28 Mart 2020 Cumartesi

Balık Kediyi Yedi



Düşmek üzerine…                  

Bugünlerde aklıma sürekli, nereden 
ne zaman duyduğumu hatırlamadığım şu diyalog geliyor,                                           
-Hey, neden gözlerin kapalı yürüyorsun?
-Tüm yolları ezberledim de ondan.
-Ama bir şeye takılıp düşebilirsin.
-Sorun değil, tüm düşmeleri de ezberledim.
Galiba maharet düşmemekte değilmiş diyorum sonra, engelleri görmekte, tanımakta, “ah işte şurada bir tümsek, ya yolumu değiştirmeliyim, ya da onun orada olduğunu görerek, önlem alarak dikkatlice geçmeliyim üzerinden” diyebilmekte. “Ve işte burada kötü niyetli bir insan, 
işte burada başarısızlık getirecek bir iş, 
işte şurada da kalbimi çok kıracak bir sevgili.” 
Tüm düşmeleri öğrenmek kaç zaman sürer ki?

Boşluk üzerine…

Bir gün bir roman yazacağım ve 
bütün sayfalarını boş bırakacağım. Kararlıyım, evet. 
Okuyanlar doldursunlar diye bir de kalem vereceğim belki, hediye. “İçinde yazanlar, yalnızca ve yalnızca 
senin hayal gücünle ve hatıralarınla ulaşılmış yegâne öyküler.” diyeceğim. “Lütfen, öylesine, çarçabuk yaz ve dikkatlice oku. Hece hece, uzun uzun oku, anla kendini. 
Çünkü bu hayatta anlaman gereken ilk şey bu…”

Ağrı üzerine…

Sanırım hayatımda ilk kez yüzüm bu kadar şişti. Eskiden olsa çok utanırdım. Şimdi buzlukta dondurduğum şişeyi yüzümde tutarak toplantıya yetişmem lazım. Mahallenin kedileri bir hastalığa kapıldılar aylar önce, zayıf olanlar teker teker öldüler. Kalanlarsa virüslü bünyeleriyle yaşamaya ve savaşmaya devam ettiler. Hayır, iyileşmediler. Hastalığı kandırıp yaşamayı denemeyi başardılar. 
Elimin altında tuttuğum defterlerden birine, 
“Ayağa kalkabiliyorsan yürü, yapabiliyorsan eğer koş. Bazı ağrılar dinlenince geçmez.” yazmışım. Öyle de yaptım. Ayağa kalktım ve ağrıyı kandırdım.

Özlemek üzerine…

Uyanmadım. Lütfen uyanmayayım. Şimdi tekrar uyuyayım ve bugün olmasın. Bunlar hiç yaşanmamış olsun. Lütfen.

Şaşkınlık üzerine…

Biraz önce yabani bir kediyi köşede sıkıştırıp göbeğinden öptüm. O kadar şaşırdı ki, yarım saat öylece baktı, “benim göbeğime biraz önce ne oldu?” diye.

Zaman üzerine…

Siz hala burada ne yapıyorsunuz? Bu geçen yıllar benim her yanıma çizgiler atarken, her yanımda izler dururken hala, sizde neden hiçbir şey yok? Merhaba, burada yıllar geçmiyor mu?

Aşk üzerine…

Sevdim. Tüm söyleyeceğim bu.

Sır üzerine…

Bir şeyler oluyor bu ara evrende. Etrafına dikkatlice bak. Bak, duy, hisset. Güneşe dön yüzünü. Gelen bütün hisleri kabul et ve dinle. Aramızda kalsın, tuhaf bir şeyler oluyor bu ara evrende.

Aşk üzerine…

Sadece sevdim. Doğrudan sevdim.  

Rüya üzerine…

Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, elinden tutup seni kalbimin içine götürdüm. Orada bir kedi vardı. Meğer o mırıldanıyormuş içerde. Sonra bir balık kediyi yedi. Sonra ben oradan çıktım ve balıkla seni içerde bıraktım. Kalbimin içinde.  

Korku üzerine…

Kaybetmekten o kadar korktum ki, kırıp, parçalayıp, her şeyi o an, kendi ellerimle…

Aşk üzerine son kez...

“Sevgilim, bugün senin en mutlu günündü biliyorum.
Biliyorum sevgilim, senin en sevdiğin şarkıydı biraz önce çaldığın.
En sevdiğin koltuktu oturduğun.
Gökyüzü, en sevdiğin şekildeydi. Bulutsuz, sakin. Yıldızlar serpilmişti her yana, titreşiyor, parlıyorlardı. Ay büyüyordu bir yandan ve ay ışığı altında oturmak bir insana ne kadar iyi gelirse, o kadar iyi geliyordu sana. Ve bu masa, senin en sevdiğin masaydı.
Ve bu saksı sevgilim, bu saksıyı sen seçmiştin. Durmadan anlatıyordun o günü ve onlarcası arasından bunu seçtiğin için övünüyordun kendinle biraz önce. Bu kitaplıklar. Bu kitaplar. Ve bu halı, biraz önce üstünde dans etmiştik. Ellerin belimde, ellerim boynunda. Eskiden ne güzel dans ederdik. Ve burada, biraz önce, tek bir beden olmuştuk dans ederken seninle. Eskiden ne güzel dans ederdik. Ve bunlar sevgilim, senin en sevdiğin perdelerdi. Biraz önce kenarlarını düzeltmiştin. Bu senin en sevdiğin tabloydu, biraz önce ona dalıp gitmiştik ikimiz de. Ben senin yokluğunu düşünüyordum o sıra. Karşımda değil, yanımda otursan nasıl cevaplanacağını bütün soruların. Sen, benim ne düşündüğümü tahmin etmeye çalışıyordun.
Bu kucağımda duran sevgilim, senin en sevdiğin minderdi. Küçükken sahip olduğun bir oyuncağı anımsatıyordu, ona sarılıp uyurdun yalnız kaldığın gecelerde.
Ve o konu, senin bahsetmekten en çekindiğin konuydu, biliyorum, benim biraz önce açtığım. Üzerine konuşmak istemiyordun. Kaçıyordun. Ben yine de, durup durup, aynı konuyu açıyordum.
Ve o kırdığın sevgilim, o benim en sevdiğim fincandı.
Ve o benim en sevdiğim tabaktı. Vazoydu.
Onlar, en sevdiğim kalemlerimdi, biraz önce öfkeyle dağıttığın.
Ve o yırttığın biraz önce, bizim en sevdiğimiz fotoğrafımızdı. İlk fotoğrafımızdı, yıllar önce çektiğin. 
Benim en sevdiğim, sendin sevgilim. Biraz önce. Ve o bağırarak çıktığın, küfürler savurarak çarptığın kapı, sevgilim, o evimizin kapısıydı. Her şeyden önce…”

Düşmek üzerine...

Yavrucuğum, bu dünyada yapayalnızız. Neden gözlerin kapalı yürüyorsun?




10.08.2018
Arnavutköy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder