Küçük bir bahçenin orta yerinde duruyor
orta yaşlı bir kadın.
Üzerinde gelinliğe benzer bir beyaz elbise,
elinde mavi çiçekli sulama kabı,
dizlerini kırıp oturmuş yere,
plastik saksının dibindeki kırk ayaklı böceği izliyor.
Plastik saksının dibinde
küçük bir su birikintisi,
kırk ayaklı böcek yüzme bilmiyor;
tırmanmaya çalışıyor plastik saksının üzerine,
değil pembe güle, toprağa bile ulaşmadan
gerisingeriye suya düşüyor.
Boğulmamak için kırk ayağını da oynatıyor can havliyle.
Toparlanıp tekrar tırmanıyor.
Tekrar düşüyor.
Tekrar tekrar tekrar tırmanıyor.
Tekrar düşüyor.
Bahçenin önünde eski bir araba,
arabanın yanında ıslık çalan bir adam bekliyor kadını.
Eski araba da, ıslık çalan adam da fazlasıyla fiyakalı.
İki büyük bavulu var kadının hardal sarısı,
bir küçük el çantası; bir de kafeste uyuklayan
yaşlı kedisi. Hepsi bu kadar.
Hepsi, şimdi burada durmuş,
orta yaşlı kadının hareket etmesini bekliyorlar.
Kırk ayaklı böcek hariç.
O, aniden fikir değiştirip vazgeçse
saksıya tırmanmaktan, yönünü değiştirse,
gelinliğe benzeyen elbisenin çoktan çamurlanmış
eteklerine doğru dönse yüzünü; orta yaşlı kadın
heyecanlansa, yerinden sıçrasa,
elindeki mavi çiçekli sulama kabını fırlatıp atsa,
var gücüyle de bir çığlık atsa.
Olur ya hani, o sırada yaşlı kedi uyansa,
adamın ıslığı yarım kalsa.
Hareketsiz duran her şey bir anda hareket etmeye başlasa.
Olmuyor.
Kırk ayaklı böcek bir türlü fikrini değiştirmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder