19 Mart 2020 Perşembe

Topal

Gece karanlık. 
Üşüyorsun, ama soğuktan değil; 
en son ne zaman ağladığını hatırlayamadığından. 
Yürüyorsun, ellerin cebinde, sokaklar boş. 
Yolun seni götürdüğü yere doğru. 
Gittikçe aydınlanıyor kaldırım ve gittikçe hızlanıyor adımların. 
Açık bulduğun ilk kapıdan içeri giriyor, 
kaçıp gitmemek için kapıya uzak bir tabure seçiyorsun.

Gece karmaşık.
Kahvenin keskin kokusu her nefeste dolduruyor içini. 
Yüzünün parlak masadaki yansımasına bakıyorsun. 
Sana hiç benzemiyor. 
Zihnindeki gürültü yükseliyor yavaş yavaş, 
büyük bir uğultuya dönüşüp omuzlarına çöküyor. 
Kaşıkların porselen bardaklara çarpıp çıkardığı seslerle, 
büyük kahve makinalarının fokurtuları arasında kayboluyorsun.  

Gece kalabalık. 
Genç bir kadın oturuyor tam karşında, 
adı Rosaline. 
Gülüşünü, kokusunu, öfkesini, korkusunu biliyorsun. 
Beyaz teni, kumrala çalar geceleri. 
Onun çocuk kalmış, büyümeyen ruhunu seviyorsun. 
Uçuk tonlarda boyar saçlarını, gölde çıplak yüzmek ister hep. 
Bir an için gülümsüyorsun. 
Renklerden en çok kırmızıyı seviyor demek ki hala, 
tatlılardan da fıstıklı kurabiyeyi. 
Ona baktıkça üşümen de geçiyor. 
Ama yanındaki adam kim, 
neden böyle yakın duruyor ona, 
neden arada bir elini tutacak gibi oluyor da vazgeçiyor, 
bilmiyorsun. 
Çalışan, yakınarak bir şeyler anlatıyor ona, 
duymuyorsun. Onlar da seni görmüyor zaten.

Gece aralık. 
Beyaz ışık gözünü alıyor yavaş yavaş. 
Uyuşuyorsun. 
Cam bir fanusun içinde gibi Rosaline. 
Yanına gidip, çenesiyle köprücük kemikleri arasına 
yüzünü yaslamak, kokusunu içine çeke çeke 
ağlamak istiyorsun. Yapamıyorsun, 
çünkü yanında duran adam çalmıştı onu senden. 
Evet, artık hatırlıyorsun. 
Adamı büyük ellerinden, 
çıkık elmacık kemiklerinden, 
yüzündeki kibirden tanıyorsun. 
O da ölüyor olmalı Rosaline’in sevgisizliğinden. 
‘Böyle güzel kadınlar kimseyi sevemezler dostum!’ 
diyorsun. Duyan olmuyor. 
Evet, kimse kimseyi duymuyor, görmüyor bu gece. 
Rosaline neden yemiyor o çok sevdiği kurabiyeyi, 
neden öyle hüzünlü hüzünlü bakıyor, anlam veremiyorsun.

Gece dağınık.
“Tanrım, bana güç ver. Bir şeyler yapmalıyım.”
Sayıklıyorsun.
Geçen akşamki gibi;
Rosaline’i düşünde gördüğün, 
uyanıp evde onu aradığın, 
küçük avlunun orta yerine düşüp kaldığın akşam
gibi sayıklıyorsun. 
Zaman sonra karşına çıkıp, 
neden seni tanımıyormuş gibi davrandığını 
düşünüyorsun. 
Utanıyor olmalı. Yok yok, hayır,
Rosaline öyle pek de utangaç değildi. 
Peki yanındaki adam kim?
Belki de kötü davranıyor ona. 
Belki de çaresiz Rosaline, 
seni göreceğini bildiği için geldi buralara. 
Belki de tesadüf değil, bu gece karşılaşmanız. 
Belki de şimdi, tam da şu an, bir şeyler yapmanın, 
kalkıp ortalığı dağıtmanın zamanıdır.
Belki de... 

Gece bulanık.
Kusmak istiyorsun. 
Evet, Rosaline değil o kadın. 
O hiç gelmezdi böyle yerlere. 
Ve evet, adamı da tanımıyorsun. 
Çekip gidişi, yine böyle koyu kırmızı bir gecede olmuştu, 
yine böyle büyük elleri olan bir adama. 
Anımsıyorsun. 
O küçücük bavuluna doldurmuştu bütün sevişmeleri. 
Bir daha haber alamamıştın ikisinden de. 
Şimdi de nerede, ne halde olduklarını, 
ne yaptıklarını bilmiyorsun. 
Kalkıyorsun. 
Evine, yalnızlığına dönmek için 
ağır adımlarla yürüyorsun. 
Ilık bir rüzgar dolaşıyor boş sokakta, 
gelip tam ensende duruyor. 
Üşüyorsun.


17.04.2014
Pürtelaş 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder