11 Nisan 2020 Cumartesi

Açlık oyunları diye oyun mu olur?



“Bu dünya çok güzel, bölüşmek şart.
Bu dünya çok büyük, bölüşmek şart.”
Bedri Rahmi Eyüboğlu 
                                                                  



Sokağa çıkma yasağı ilan edildi, haftasonu için, iki günlüğüne. İşler kontrolden çıkıyor, virüs yayılmaya devam ediyor diye. Ya da sadece, haftasonu hava güzel olacak diye. İnsanlar ekmek, pırasa, gofret, kola almak için virüsü unuttu. Salgını, hastalığı unuttu, sokaklara koşuştu. İnsanın, en yalın haliyle saf endişeden oluşan bir canlı olduğu bir kez daha anladık. Biz önlemimizi çoktan almıştık, diyenler dışında, herkes fena halde paniğe kapıldı. Yasaktan iki saat evvel haber verildi diye böyle olduğunu düşünenler oldu. Oysa ki, bu yalnızca paniğin şiddetini arttırdı. On gün önce söylenseydi de, eminim ki o son iki saat aynı manzarayla karşılaşılacaktı. Tepki yine aynı olacaktı. Aynı insanlar yine sokağa dökülecek, yine hastalığı kapacaktı. Neticede, hiçbirimiz erteleme hastalığından muzdarip değilmişiz, tüm önlemleri olacaklardan evvel alıyormuşuz, her işimizi son dakikaya bırakmıyormuşuz gibi, insan denen canım canlının panik halinde neler yapabileceğini kestiremiyormuşuz gibi şaştık kaldık gördüklerimize.

Bizim evde de yumurta bitti günler önce. Yoğurt, domates, biber, yeşillik hepten bitti. Olmasa da olur, idare ederiz, dedik. Biraz duralım. Uzun yıllar yalnız yaşadığımızdan, ikimiz de idmanlıyız evde ne varsa birleştirip yemeğe dönüştürmeye. Buzluktan çıkan haşlanmış nohutlar, şöylemesine bir patates yemeği, bulgur pilavı yanına kızarmış sebze ya da pirinç pilavı üzerine donmuş bezelye, soğan çorbası yahut salçalı makarna. Mercimek ya da ezogelin çorba. Hiç yoksa, bir demlik çayla, içinden çıkılmaz bir uğraşa kendini kaptırıp bir süreliğine yemek yemeyi tamamen unutma. Fakat bugünlerde son söylediğim pek mümkün olmuyor. Kiminle konuşsam, sürekli açlık hissettiğinden yakınıyor. Belki gün içinde sürekli maruz kaldığı yiyecek görüntülerinden, belki de doymuşluğun rahatlığı, karnı tok olmanın konforu bugünlerde içimizde pek uzun durmadığından, ocaklarımızda sürekli bir şeyler pişiyor. Belki de en temel duygumuz, korkumuz, bizi ilkelleştiriyor; kendi çatımızda, yuvamızdayken bile, açlık hissiyle uyanık tutup, durmadan sandığımız kadar güvende olmadığımızı fısıldıyor.

Dün Çağlar aradı. Uzun zaman sonra sesini duyduğumdan mı, düğününü kaçırıp -unutup- gidemediğimden mi bilmiyorum, duygulandım. Doğrusu bugünlerde kiminle konuşsam burnumun direği sızlıyor. İçimden sebepsiz bir ağlamak geliyor. Ya da yersiz bir sevinçle, seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi, unutma olur mu, gibi şeyler söyleme isteği. Çağlar, hastalanırsam köpeğime kim bakacak, diye yakındı konuşma arasında, virüslü evime gelip kim mamasını verecek kızımın? Ben gelir alırım, dedim, hastalanmazsam, hem Pina’yla da arkadaş olurlar. Anlaştık. Yalnız, mama yerken biraz sinirlenebiliyor, dedi Çağlar, önünden yemeğini alırsan saldırabilir. Ne yalan söyleyim, bugünlerde ben de, dedim, önümden yemeğimi alırsan, sanırım ben de saldırabilirim. Gülüşüp kapattık. Özlemim yatışsın diye, her günü birlikte geçirdiğimiz fotoğraflara sarıldım. Çok geçmeden, birkaç saat sonra, sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve herkes marketlere, fırınlara koştu. Birbirinin önündeki yemeğini alanlar, birbirlerine saldırmaya başladılar, tıpkı konuşmamızdaki gibi. Bir çeşit açlık oyunlarındaymışız gibi, haberlerde caddelerden kalabalık görüntüler paylaşıldı, kalan saatler, dakikalar sayıldı. Sakinler sükunetiyle, ne olup bittiğini anlayamayanlar akıl sağlıklarıyla sınandı. Bense, gün ışıyana kadar mutfağı ovaladım yine. 

Hep bildiğimi sanırdım ama meyve sebze konusunda sandığımın aksine, hiçbir şey bilmiyormuşum. Ömürlerini bilmiyormuşum ilkin. Mutfakta fena bocaladım. Her şeyi çürüttüm. Her şeyi. Domatesi, biberi, salatalığı, yarın yaparım diye sakladığım bir avuç yeşil fasülyeyi. Öyle stok yapar gibi fazla fazla da değil, sayıyla almıştım hepsini oysa. Haftada bir markete gidecek gibi, ne bileyim, her güne bir yemek yapabilecek gibi, yarım aklımla hesaplayıp böbürlenmiştim üstelik eşe dosta. Her gün ayrı bir yemek yiyecek kadar iştahlı olamadık mı acaba, ya da o gün pişen yemeğin ertesi güne de kalacağını mı düşünemedim? Her şeyi sabunla yıkayıp sakladığımdan mı böyle çabuk çürüdüler yoksa, bilemedim. Mandalina, portakal, elma, hatta limon bile çürüdü. Eskiden bu kadar çabuk çürümüyorlardı sanki, belki de her şey olması gerektiği gibi ama ben afalladım. Belki de bir hafta sandığım kısacık süre, iki haftadan biraz daha uzun sürdü, hesaplayamadım.

Çürümüş şeylere karşı tuhaf, neredeyse coşkulu bir ilgim olmuştur her zaman. Dokunmayı, incelemeyi, fotoğrafını çekmeyi, resmini çizmeyi; sonra onları toprağa atıp böceklenmesini, toprağa karışıp gitmesini, toprağınsa kendinden çıkan şeyi sorgusuz sualsiz kabul edişini izlemeyi çok severim. Bu bana her seferinde yaşamı tekrar hatırlatır. Entropiyi; canlı olan her şeyin böyle ufacık bir zaman diliminde -kendine göre- canlılığını yitirmekte, yaşama karışmak için biçim değiştirmekte oluşunu tekrar hatırlatır. İlk kez elim gitmedi. Tazesini bulup satın almakta zorlandığım tüm o yiyeceklerin çürüdüğünü görünce içim titredi. Ne inceleyebildim, ne toprağa atıp izleyebildim. Buzdolabının sebze bölümleri, çiçek desenli kilitli poşetler, havalı saklama kapları, hiçbiri hiçbir işe yaramadı bu sefer. Zamanı dondurucuda bekletemedim.

Öyleyse ben toprağa karışacağım, dedim bugün. Hayattayken hem de. Çürümeden. Madem ki bu süreç böyle uzayıp gidecek, bu açlık oyunları böyle devam edecek, öyleyse çürüme ve çürütme sanatının sırası değil şimdi, şimdi ekip biçmek lazım. Yiyebileceğin kadarını kendi bahçendeki, balkonundaki, pencerendeki saksıda yetiştirip, artanı da çürütmeden komşulara dağıtma zamanı. Bahar kapıda, havalar da usulca ısınıyor işte. Nefis. Tam ekip biçme zamanı. Belki bir mucize olur, toprak elektriğimizle birlikte endişemizi, paniğimizi de alıp götürür. Kısacık ömrümüzde, hiç yoktan, kendimize yetecek kadar üretebilmeyi, elimizdekiyle yetinebilmeyi öğreniriz.
Ya da hiç yoktan, kuşlar konar penceremize, iki muhabbet ederiz, fena mı?





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder